14 Haziran 2010 Pazartesi

LORDS OF DOGTOWN


İzlediğim en iyi kaykay&surf filmi.. Hedge Ledger'i daha hangi karekterde hangi mükemmel rolünü keserken izliyebilirim bilmiyorum. Adam gerçekten müthiş bir oyuncuydu..( Avusturalyalı oluşundan mıdır nedir, süper de sörf yapmış..)Yönetmeni David Fincher olacakken sadece yapımcı olarak katkıda bulunduğu ve Catherine Hardwicke'in (Alacakaranlık (Twilight) ın da yönetmeni olan Catherine) yönetmenliğini yaptığı bu film 2005 yapımı..Film gerçek bir hikayeden alıntı ve ünlü kaykaycılar tony alva, stacy peralta ve jay adams gibi dunyaca unlu kaykaycilarin 1975 yılında, California Venice Beach ten cikip kendi kayis tarzlari ve yasam stilleri ile bu piyasayi sekillendirmelerini anlatıyor. California olur da sörf olmaz mı, o zamanlar lishsiz yaptıkları sörfü ve dahası çömezleri nasıl ve ne şekilde eğittiklerini görmelisiniz. Tabii ki localizm de cabası..


Hedge Ledger , Zephry marka boardlarını sattığı dükkanın sahibi, ünlü Z Boys'un kurucusu, eski sörfçü ve kaykaycı, agresif, hırslı ve yağsız gözlü Skip'i canlandırıyor, filmde tanıdık isim bir tek o değil. In to the Wild filminden tanıdığımız ve kısayısa sevdiğimiz Emile Hırsch da ünlü kaykaycı ve sörfçü Jay Adams rolünde. Bir tanıdık isim de Lost 'tan çıktı aslında, Jay'in evi terkeden babası rolünde Ethan :) Ünlü Kaykaycı Tony Alva rolünde yine süper başarılı Victor Rasuk var. Kilit adam ve sonradan açılan müthiş kaykaycı ise Stacey  Peralta rolündeki John Robinson..


Kaykay tarihinin ikon filmlerinden olan bu filmi merak edenler, internetten indirebilirleri, divxplanet'ta Türkçe altyazı da yüklenmiş. Soundtrack'ini indirdim, o da gayet süper..Sörf çantasındaçalınacak diye de not düştüm..İyi seyirler..







2 Haziran 2010 Çarşamba

Polinezya'dan Sevgiyle...

Bu hikayeyi 94.9 Açık Radyo'da Sörf Çantası'nın 2.bölümünde anlatmak için hazırlamıştık. Türkçe kaynak olarak tüm sörfsever ve meraklılarla paylaşmak bizim için mutluluk verici. Çevirilerdeki destekleri için Arda Kaynak'a teşekkürler.

POLİNEZYA’DAN, SEVGİYLE...



Kaptan Cook’tan Günümüze Sörfün Tarihi

Ben Marcus (çev. Arda Kaynak)


Kaptan Cook’un Pasifik’e üçüncü seferinde, Tahiti’den Kuzey Amerika’ya dönerken ada takımının batı yakasında durduklarında, Discovery ve Resolution isimli gemileri 1778’de Hawai’i’ye kayıtlı ilk Avrupalı ziyaretini gerçekleştirmişlerdir. Çaresizce Kuzey Pasifik’ten Atlantik’e bir geçiş aranan bir senenin ardından Cook gemilerini Hawai’i Adaları’na geri döndürdü; bu sefer Hawai’i’nin Büyük Adası’nda duracaktır. Cook, Kealakekua koyunda, çalınan bir botun geri verilmesi için yüce şefi kaçırmaya çalışırken Hawaililer tarafından öldürülmüştür.

Teğmen James King Discovery’nin başına geçmiş ve Cook’un yarım kalan güncesini tamamlama görevini de üstlenmiştir. Cook’un 1779’daki ölümünün ardından, Discovery ve Resolution İngiltere’ye dönmeden önce Tğm. King, Büyük Ada’daki Kona sahilinin Kealakekua koyundaki yerliler tarafından yapılan sörfün tanımlanmasına iki tam sayfa ayırmıştır. Aşağıdaki yazısı sörf hakkındaki ilk yazılı tanımıdır:

“En yaygın eğlence büyük dalgalar olduğunda, suyun üzerinde yapılanı. Bazen 20 ya da 30 kişi kendi en ve boylarındaki oval tahta parçasının üzerine yatıp sörf yapıyorlar. Tahtanın üzerinde bacaklarını kapalı tutuyor; kollarıyla da yön veriyorlar. En büyük dalganın gelmesini bekliyor, dalganın üzerinde kalmak için kollarıyla kendilerini ileri itiyorlar. Sonrasında dalga onları müthiş bir hızla ileri itiyor. Marifet, tahtayı sürekli yönünü değiştiren dalganın üzerinde aynı doğrultuda gidecek şekilde tutabilmekte. Dalganın kırılmasından dolayı alaşağı olmadan önce dalga onları kayalara doğru götürürse çok seviniyorlar. İlk gördüğümde bu son derece tehlikeli çabanın mümkün olabileceğine inanmamıştım ancak bazıları bunu başarabiliyorlar. Ancak kayalara ya da sahile çok yaklaşırlarsa tahtadan atlayıp suya dalıyorlar; tahta ise dalganın gücüyle metrelerce sürükleniyor. Sörf yapanların büyük bir çoğunluğu dalganın kırılması esnasında alaşağı oluyor ya da dalarak dalganın gücünden korunuyorlar. Bu hareketleriyle bu adamlar için neredeyse hem karada hem de denizde hareket eden canlılar denebilir. Kadınlar gemimize kadar yüzüp, daha sonra dönerek günün yarısını suda geçirebiliyorlar. Bu faaliyetler bir yetenek testi olarak değil de sadece eğlence olarak yapılıyor. Nazik bir dalganın üzerinde kaymak bana da çok eğlenceli görünüyor; en azından onlar bunu yaparken çok mutlu görünüyorlar.”

Böylece, Discovery’nin kaptanı Teğmen James King, 1779’da bir Avrupalı tarafından yazılan ilk sörf tanımını geminin kayıtlarına geçiriyordu.



‘Kralların Sporu’ – Kadim Bir Hawai’i Geleneği...

1779’da yatarak ya da ayakta sörf yapmak Hawai’i kültürünün temel öğelerinden biriydi. Sörf toplumun din ve mitlerine, modern Birleşik Devletler için beyzbolun işlediği derecede işlemişti. Şefler kendi meşruiyetlerini sörf yetkinlikleriyle sağlamlaştırıyor, sıradan kişiler ise okyanustaki yetenekleri sayesinde ünlü olabiliyorlardı. Antrapologlar Polinezya kültüründe dalga sörfünün ve sörf tahtası yapımının kökenleri ve gelişimi hakkında sadece tahminde bulunabilirler çünkü Polinezyalıların göçleri ve tarihleri hakkında net bilgilere sahip değiliz. M.Ö. 2000 civarında Aysa’dan Doğu Pasifik’e göçler başladı. Bu süreçte Polinezyalı’lar da güneyde Aotearoa (Yeni Zelanda); batıda Tonga ve Samoa; doğuda ise Tahiti ve Marquesas arasında kalan büyük üçgenin içine yerleştiler.



Nüfusun itici ve uzak ufukların çekici gücü ile geniş bölgelere göç etmeye başlayan Polinezyalılar Hawai’i adalarına M.S. 4. yüzyılda yerleşmeye başladılar. Hawai’i’ye gelenler arasında özellikle Tahiti ve Marquesas göçmenleri beraberlerinde engin bir okyanus bilgi ve sevgisi getiren istisnai deniz insanlarıydı. Paipo tahtasının üzerinde yapılan sörf de bu toplulukların beraberlerinde getirdikleri kültürlerinin bir parçasıydı. Uzun tahtalar üzerinde sörf yapılması Hawai’i’de icat edilmemişse de kesinlikle orada kusursuz hale gelmiştir.

Kaptan Cook Hawai’i’ye ulaştığında sörf yüzyıllardır gelen bir derinlikle Hawai’i kültür ve efsanelerine yerleşmiş durumdaydı. Efsanevi sörf hikayeleri yüzünden yer isimleri bile değişmişti. Kahuna’lar büyük dalgalara meydan okyan sörfçüleri cesaretlendirmek amacıyla, yeni sörf tahtalarını vaftiz eden özel ilahiler söylerlerdi. Haole gelene kadar Hawai’i’nin yazılı bir dili olmamıştır; genealoji ve tarihleri ancak şarkı ve ilahilerde hatırlanmaktadır. Sörf tahtası üzerinde başlayan ve biten âşk hikâyeleri, tehlikeye atılan hayatlar ve şeflerin destansı okyanus maceraları üzerine pek çok efsanevi hikâye vardır.


Cook’un tayfasıyla karşılaşmadan önce Hawai’i aşağı yukarı her şeyi kapsayan kapu yasası ile yönetiliyordu: yemek nerede yenir; gıda nasıl üretilir; havadurumu nasıl öngörülür; kano nasıl yapılır; sörf tahtası nasıl yapılır; sörf ne zaman iyi olur ya da tanrılar bunun için nasıl ikna edilir. Hawai’i halkı belirgin bir ayrımla soylu ve sıradan olarak sınıflara ayrımıştı ve bu tabular sörf alanlarında da uygulanıyordu: Sıradan halk için ve ali’i için resif ve kumsallar. Halk 12 feet uzunluğunda paipo ve alaia tahtalarını kullanırken, ali’i 24 feet uzunluğundaki olo tahtaları ile sörf yapardı.


Kaua’i ve Kamehameha I’in yönetici şefi Kaumuali’i de dahil olmak üzere, Hawai’i’nin pek çok meşhur şefi sörf kabiliyetleri ile tanınmıştır. Ali’i kahramanlıklarını büyük dalgalara karşı cesaret ve kabiliyetleri ile kanıtlarlardı. Oahu’nun güney kıyısında bulunan Waikiki’de, bugün Dış Kale olarak bilinen sörf bölgesi Hawai’i ahalisi tarafından Kalehuaweke olarak adlandırılmıştı. Bunun sebebi bir Hawaiili’nin kraliyet ailesinden bir kadın ile aynı dalgada sörf yapmasıydı – ki bı büyük bir tabuya karşı gelmek demekti. Hayatını kurtarmak amacıyla, onu yatıştırmak için kendi lehua çelenkini vermek zorunda kalmıştı. 




Kaptan Cook ve gemileri 1778 senesinde Hawai’i’ye ulaştıklarında sörf san’atı, sporu ve dini sofistike bir noktaya ulaşmıştı. Ancak Cook ve Tğm. King’in Tahiti ve Hawai’i üzerine anlattıkları eski Polinezya’da bu sporun zirvesidir. Resolution ve Discovery’nin gelişinin ardından spor 150 yıllık bir gerilemenin içine düşmüştür. Avrupalılarla temas Hawai’i için hiç de güzel sonuçlar doğurmadı. Cook ve King’in günlüklerinin yayımlanmasının ardından, Hawai’i haydutlar, maceraperestler, misyonerler ve diğer çıkarcıların Orta Pasifik’teki hedefi konumuna gelmiştir. Haole beraberinde teknoloji, diller ve tanrılar getirmişti, ancak bunun yanında bin yıldan uzun bir süredir evrimleşen bir topluma ahlâksızlık ve hastalıklar da getirmişti. 


18. yy’ın sonunda Haole ve Hawai’i kültürleri hızlı bir çatışma içine girmiş ve 19. yy’ın ilk 20 yılında Hawai’i sonsuza dek değişmiştir. Cook’un Hawaiililer ile temas kurmasından 50 sene sonra, 1819’da, Kamehameha I’in oğlu ve halefi Liholiho topluluk içinde annesi ve diğer soylu kadınlarla beraber oturup yemek yemiştir. Kültürün başından beri erkeklerin kadınlarla yemek yemesi bir tabu olmuştu, ancak Liholiho etkin Haole kültürünün etkisine kapılmıştı. Bir köşe taşı olan tabunun yıkılması Hawai’i’ye eski yasa sisteminin artık takip edilmeyeceği mesajını iletiyordu. Bu durum kapu sistemine karşı ölümcül bir darbeydi.
Kapu sistemi çökerken, buna paralel olarak sörfün Hawai’i kültüründeki ritüel etkisi de yok oluyordu. Artık sıradan biri ölüm ya da lehua çelenkini kaybetme korkusu olmadan soylu biriyle aynı dalgayı kullanabiliyordu. Kapu sisteminin sonu aynı zamanda sörfün temel bir rol oynadığı, tanrı Lono adına kutlamaların yapıldığı Makahiki Festivali’nin de sonunu getirdi. Hawaiililerin eski yollarını terk etmeleri ile beraber Hawai’i kültüre de kaos içine düştü. James D. Houston ve Ben Finney’in Surfing: A History of the Ancient Hawaiian Sport kitabında yazdıkları gibi: “Sörf için, geleneksel dinin kaldırılması sörfün kutsal tarafının da sonuna da işaret ediyordu. Sörf ilahileri, tahta yapım ayinleri, spor tanrıları ve diğer kutsal unsurların ortadan kalkmasıyla beraber, bir zamanların gösterişli sörf sporu kültürel boyutundan yoksun kaldı.”

Hawai’i kültürünün kuyusunun kazılması 1820 senesinde ilk Kalvinist Hıristiyan misyonerlerinin İngiltere’den gelmeleri ve Hawaiilileri çok tanrılılıktan Hz. İsa’nın babası olan gerçek tanrının dinine yöneltmeleri ile beraber hızlandı. Hawai’i şefleri yeni tanrıya bir süre direndiler ancak bir yüzyıl içinde Hıristiyan ahlâk yasası kapu sisteminin yerini aldı.

Kalvinistler Hawaiililerin daha fazla kıyafet giymeleri, okuma yazma öğrenmeleri, daha çok çalışıp daha az eğlenmeleri için ısrar ettiler. Eğlenceyle ilgili kısıtlamalara sörf de dahildi. Hawai’i’yi daha önceden tanıyan kişiler misyonerleri Hawai’i ile ilgili eşsiz ve güzel ne varsa mahvetmekle suçladılar; buna sörf cesaretlerini kırmak da dahildi.

1838 gibi erken bir tarihte, Hawai’i’yi ziyaret eden biri şöyle not düşüyordu:

“Belirli geleneklerde değişiklik oluştu... sörfle ya da sörfsüz yüzmek, dans, güreş, sırık atma, vs. gibi atletik uğraşlardan bahsediyorum. Kalvinizmin özüne aykırı olan tüm oyunlar bastırıldı... Misyonerler gerçekten bu oyunları bastırmakla suçlanabilir mi? Bence bunu reddeceklerdir. Ancak yazılı ve sözlü olarak düşüncelerini belirtiyor ve bu sporların tanrının yasasına aykırı olduğunu söylüyorlar. Şeflerin ve diğerlerinin zihninde cennete karşı gelmenin korkusu oluşuyor. Daha sonra şefler şevkle geleneklerini sömürücülerine göre değiştiriyorlar.”

Misyonerlerin durumunu savunan Hiram Bingham’dan buna karşı sert bir cevap gelmiştir: “Medeniyet ilerlerken, sörf tahtasının kullanımının durdurulması edeplilik, endüstri ve din adına misyonerlerin oynadığı zor bir roldür.”
Misyonerlerin “zor rolleri” şunlardır: edeplilik, endüstri ve din. Misyonerler az kıyafet giymeyi, kumarı ve kadınlarla erkeklerin kumsalda ve denizde yakın münasebetlerini yasaklamıştır. Bu edep ve ahlâk sörfe de uygulanmış ve Hawaiililer spora karşı ilgilerini çok çabuk yitirmişlerdir. Tabiri caizse, bahse girilmeyecek, çıplak kalınmayacak ya da hatunlarla tanışılmayacaksa, eğlence nerdeydi?

Hawai’i kültüründen daha hızlı ölen tek şey Hawaiililerin kendisiydi. Cook sonrası haole akımıyla gelen hastalıklar, alkol ve diğer zehirlerle harab olan Hawai’i nüfusu 1896’da 400-800 binden 40 bin civarına düşmüştü.

Tüm Kalvinist ahlâk saldırısına rağmen, 1800’lerde sörf Hawai’i’den tam olarak silinmemişti. Eskisi kadar rahat ve yaygın olarak yapılamasa da sörf adalarda devam etti. Bazen maceracı misafirler bile bir dalganın üzerine çıkıyor ve sonrasında bundan bahsediyorlardı.

1851’de rahip Henry T. Cheever, Lahaina ve Maui’de sörfü gözlemledi ve Life in the Hawaiian Islands, The Heart of the Pacific As it Was and Is isimli kitabında bundan bahsetti. “Bu kasabanın, kimi zaman okyanusun kayalıkları sertçe dövdüğü güney kısmına gitmek ve sörfçüleri izlemek son derece zevkli. [Sörf sporu] Hawaiililer için son derece heyecan verici ve çekici; bunun yanında o kadar sağlıklı ki sadece medeniyetin onu yoketmesinin uzun sürmesini ümid edebiliyorum.”

Onbeş yıl sonra, Mark Twain Hawai’i Adaları’na yelken açtı ve sörf yapmayı denedi. 1866 tarihli Roughing It isimli kitabının XXXII’nci kısmında bunu şu şekilde tarif etti: “Sörf yapmayı bir kere denedim ancak başarısız oldum. Tahtayı doğru zamanda doğru yerleştirdim ancak tahtayla kendi temasımı atladım. Tahta saniyenin üçte birinde kıyıya savruldu ve ben iki varil su yutmuş şekilde dibi boyladım.” Bir diğer ziyaretçi ise ünlü yazar Jack London'dı. O da Hawaii'ye gelmiş ve eşiyle birlikte sörf yapmayı denemişti.


1800’lerin sonunda Hawai’i Adaları’nda sörf henüz ölmemişti ancak çoğu Hawai’i geleneği gibi o da can çekişiyordu. Avrupa-Hawai’i temasından 125 sene sonra haole neredeyse her şey üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyordu: tanrıları, kültürleri, büyüleri, toprakları ve hayatları. ABD askerleriyle desteklenen bir avuç iş adamı, misyoner ve toprak sahibinin Hawai’i monarşisini yıkma denemelerine karşı, 1893’te, arda kalan 40,000 Hawaiili direnmeyi denediler. Yerel haklarını bağımsız bir Hawai’i olarak korumayıa çalıştılar. Kraliçe Lili’uokalani 1893’te haole kontrolünü krallığından atmayı denediği zaman yakalandı ve hapsedildi. 1898’de ABD Hawai’i’yi topraklarına ekledi.